26 Aralık 2015 Cumartesi

Bizi Anlayan


Zatı-ı Hak'da mahrem-i irfan olan anlar bizi, 
İlm'i sırda bahr'i bi-payan olan anlar bizi. 
( Zât-ı Hakk'da irfân mahremi olan anlar bizi)
( İlm-i sırda sonsuz derya olan anlar bizi)

Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz,
Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi.
(Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz)
(Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi)

Dünye vü'ukbayı ta'mir eylemekten geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp viran olan anlar bizi.
(Dünyâ ve ahireti tamir eylemekten vaz geçmişiz)
(Her taraftan yıkılıp harab olan anlar bizi)

Biz şol abdalız bıraktık eynimizden şalımız,
Varlığından soyunup üryan olan anlar bizi.
(Biz şu abdalız ki yakamızdan bıraktık şâlımız)
(Varlığından soyunup çıplak olan anlar bizi)

Kahr u lutf u şey-i vahid bilmeyen çekti azap
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi.
(Kahr ve lûtfü tek şey bilmeyen çekti azab)
(Ol azabdan kurtulup sultân olan anlar bizi)

Zahida ayık dururken anlamazsın sen bizi,
Cür'ayı safi içip mestan olan anlar bizi.
(Ey Zâhid ayık dururken anlamazsın sen bizi)
(Sâfî bir yudum içip sarhoş olan anlar bizi)

Arifin her bir sözünü duymaya insan gerek,
Bu cihanda sanma kim hayvan olan anlar bizi
(Ârifin her bir sözünü duymaya insân gerek)
( Bu cihânda sanmayın hayvân olan anlar bizi)

Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi.
(Ey Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün)
(Katre nice anlasın derya olan anlar bizi)

Halkı koyup la-mekan ilinde menzil tutalı,
Mısriya şol canlara canan olan anlar bizi.
(Halkı koyup mekânsızlık yurdunda durak tutalı)
(Ey Mısrı şol canlara canân olan anlar bizi)



Niyâzî-i Mısrî

21 Aralık 2015 Pazartesi

SÜKUT...

Tasavvufî Ahlâk SAMT
Lügatte; dili tutmak, killet-i kelâm (az konuşmak), sükut, susmak, hamûş olmak, yani ihtiyaçtan fazla lâf etmemek anlamlarına gelir. Tasavvufta; sükut etmek ve kendine bir mecburiyet bulunmadıkça konuşmamak, konuşunca da ihtiyaç miktarı söz etmemek, susarak hakikâti kavramaya çalışmak, düşünmek için susmak demektir.
Samt iki türlüdür:
a) Zâhiri samt: Lisanın konuşmaması, yani dilin susup dünya kelâmı söylememesidir.
b) Bâtini samt : Zihnin ve kalbin konuşmaması, susması, Mevlâ’dan başkasını düşünmemesidir.
Tasavvufta sükut (kıllat-i kelâm) esastır. Seyr-i sülûke yeni başlamış bir sâlike, sükût idmanları yaptırılır. Zira bu önemlidir. Çünkü dil sükût ettiği halde zihin mâsiva ile meşgulse bu susma makbul değildir. Susma tefekküre dalmak için yapıldığında daha güzeldir. Büyükler himmetin sükut ile öğrenileceğini söylemişlerdir. Bunun yanında: “Söz gümüş ise, sükut altındır.”, “Kişinin selâmeti susmasındadır.”, ” Susması faydalı olmayanın sözü de faydalı olmaz.”, “Bana, benden olur ne olursa; başım rahat olur, dilim durursa.”, “Sözün gümüş ise sükutun olsun zeheb (altın); kemal ehli kemalâtı sükut ile buldu hep.” gibi halk arasında kullanılan deyişler de vardır.
Sûfiler, hâl diliyle konuştukları için konuşmaya fazla ihtiyaç duymazlar. Onlar his, fikir ve bilgilerini hâl diliyle (lisan-ı hâl) birbirlerine aktarırlar. Samt (az konuşma), az yeme, az uyuma ve züht ile birlikte olunca da sâliki abdal mertebesine yükseltir denilmektedir. Bir mürşit ise irşadı iki türlü gerçekleştirir. Mürşit, hem kitab-ı nâtık (konuşan kitap); hem de kitab-ı samt (susan kitap)’tır. Yani kimini konuşarak, kimini sükut ederek irşat eder. (1)
Susmanın bir ölçüsü vardır ki o da dindir, dinin emir ve yasaklarına göre harekettir. Yerinde ve zamanında susmak güzel olduğu gibi; yerinde ve zamanında konuşmak da önemli ve değerli bir meziyettir. Gerektiği zaman konuşmayan kimse, bu değerli meziyetten yoksun kalmış demektir. Nitekim: “Hakk’ı söylemeyip susan kimse, dilsiz şeytandır.”(2) buyrulmuştur.(3)
Susmanın çeşitlerini şu şekilde söyleyenler de vardır:
Büyüklerin huzurunda susmak: Huzurun edebi olarak bilinir. Yüce Allah: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.”(4) buyurmuştur. Peygamber (s.a.v.)’den Kur’an dinlemeye gelen cinlerin, birbirlerine: “Susun!” deyip edeple Kur’an dinledikleri bildirilmiştir.(5) Bir çok ayette de Allah’ın huzurunda meleklerin, insanların ve bütün yaratıkların saygı ile sustukları, O’nun takdiri olmadan kimsenin konuşmaya cesaret edemeyeceği haber verilmektedir: “Kıyamet gününde Rahman’ın izin verdiğinden başkası konuşamaz. Rahman’ın izin verdiği de sadece doğruyu söyler.”(6) “O gün gelince hiç kimse O’nun izni olmadan konuşamaz.”(7) “Rahman’a saygı için sesler kısılmıştır, fısıltıdan başka bir şey işitilmez.”(8)
Allah Teâlâ, müminlere Peygamber’in (s.v.s.) huzurunda da hiçbir konuda O’nun önüne geçmemelerini; O’ndan önce konuşmamalarını veya O’nun emri olmadan bir şey yapmamalarını emretmiştir: “Ey inananlar! Allah ve Rasûl’ünün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işiten ve bilendir.” “Ey inananlar! Sesinizi Peygamber’in (s.v.s.) sesinin üzerine çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O’nunla yüksek sesle konuşmayın; yoksa sizi farkında olmadan amelleriniz boşa çıkar da siz hissetmezsiniz. Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar var ya, Allah onların kalplerini takva için sınamıştır. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.”(9)
Dili yalan, gıybet, dedikodu, çirkin sözlerden korumak: İnsan bir çok belâya dili yüzünden uğrar. Dil, gönülde olmayacak yaralar açar. Nitekim Hz. Ali’nin: “Kılıç yarası iyileşir; ama dil yarası iyileşmez.” dediği rivayet edilir.
Yalan ve gıybetten korunmak için susan kul ile, kuvvetli bir şekilde ilâhî heybet tesiri altında bulunduğu için susan kul arasında ne kadar büyük bir fark vardır. Ömer b. Abdulaziz, yazdığı mektup hoşuna gidince onu yırtar, başka bir mektup yazardı. Güzel söz, kibir vesilesi olur diye endişe ederdi. Bişr b. Hâris ise “Konuşmak hoşuna giderse sus; susmak hoşuna giderse konuş.” derdi.(10)
Mücâhede erbabı, nefsin kendini övmekten, arkadaşlar arsında sivrilmekten hoşlandığını bildikleri için susmayı konuşmaya tercih etmişlerdir. Bu, ahlâkı düzeltme metotlarından biri olarak görülmüştür.(11)
Rasûlallah (s.a.v.) Efendimiz bir çok hadis-i şeriflerinde dilin açtığı zararları anlatmışlardır:
Muaz b. Cebel’in şöyle dediği rivayet edilir: “Ya Rasûlallah, söylediğimiz sözlerden ötürü cezalandırılır mıyız?” dedim. Buyurdular ki: “Ey Cebel oğlu, insanların burunları üstüne cehenneme yıkılmaları, dillerinin ürünü değil midir?”(12)
“Allah’a ve Ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”(13)
“Kim dilini korursa, Allah onun açığını örter. Kim öfkesine hakim olursa Allah onu azabından korur. Kim Allah’a döner, özür dilerse Allah onu affeder.”(14)
“Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması, iyi Müslümanlığından (güzel ahlâkından)’dır.” (15)
Ukbe b. Âmir, Rasûlullah’a sordu: Yâ Rasûlallah, kurtuluş nedir? Rasûlullah (s.a.v.): “Dilini muhafaza et, evine git ve günahına ağla.” buyurdu.(16)
Susmanın ve az konuşmanın insana sağlayacağı pek çok yararlar vardır.
Muaz b. Cebel (r.a.) şöyle der: “Halk ile az, Hakk ile çok konuş. Mümkündür ki kalbin Allah Teâlâ’yı müşahede eder.”
Zunnûn-u Mısrî’ye kalbini en iyi koruyan kimdir? diye sorulmuş, o da: “Diline en çok hakim olan.” diye cevap vermiştir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in az konuşayım diye uzun seneler ağzında taş tuttuğu rivayet edilir.
İbn-i Mes’ûd (r.a.): “Dilden çok, hapsedilmeye lâyık bir şey yoktur.” der.
Ali b. Bekâr şöyle der: “Allah Teâlâ, her şey için iki kapı yapmıştır. Dil için ise dört kapı yaratmıştır. Dudaklar kapının dış iki kanadı; dişler ise iç iki kanadıdır.”
Hakim kişilerden biri şöyle demiştir: “Allah, söylediğinden çok dinlesin ve görsün diye yarattığı insana sadece bir dil, iki göz ve iki kulak vermiştir.”
Derler ki: “Sükut dilin iffetidir. Dil yırtıcı vahşi hayvana benzer. Onu sıkıca bağlamazsan sana saldırır.”
İnsanın durumuna göre samt üç türlüdür:
a) Avamın sükutu; dil ile,
b) Âriflerin sükutu; kalp ile,
c) Âşıkların sükutu ise; sırra ait hâtırlarını korumak ile olur.(17)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadis-i şerifleri aslında konuyu hem çok iyi anlatmakta, hem de özetlemektedir:
“Az konuşmak güzel ahlâkın başıdır.”
Kaynakça:
1. ULUDAĞ, Süleyman; Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Samt, Hamûş, Sükut maddeleri.
2. “Ebu Ali Dekkak’ın sözüdür.” Kuşeyri Risale, s.258.
3. Kuşeyrî Risale, s.258 ; ATEŞ, Süleyman, İslâm Tasavvufu, s.222.
4. el-A’raf 7/204.
5. el-Ahkâf 46/29.
6. en-Nebe 78/38.
7. el-Hûd 11/105.
8. et-Tâhâ 20/108.
9. el-Hucurât 49/1-3.
10. Kuşeyrî Risale, s.259.
11. ATEŞ, Süleyman, İslam Tasavvufu, s.225.
12. Hâkim, Müstedrek, 2/413.
13. Buhârî, Edep 31,85, Rikak 23 ; Müslim, İman 74, lukata 14; Ebû Dâvût, Edep 123 ; Tirmizî, Kıyamet 50.
14. İhyâ Tahrici 3/139.
15. Tirmizî, Züht 11; İbn Mâce, Fiten 12.
16. Tirmizî, Zühd 60 ; İbn Hanbel V,259.
17. Kuşeyrî Risale, s.260-262.

20 Aralık 2015 Pazar

Yok idim, Hiç idim

kapattım gözlerimi
Yoktuk, yokluktaydım adım gibi,
Bana Adem'sin demişler,
Ne güzelde demişler,

Âdem iken o yüce makamdakinin adını taşıyan idim,
Allah'ın yarattığı ilk insan, ilk peygamber ismi,
Adem iken varlık bile değil idim,
Aslında  tam tersine varlığın zıttı hiçlik idim, yokluk idim, .

Bakma sen yokluk olduğuna hiçlik olduğuna,
Şapkalı a olsa da güzel anlamı,
Şapkasız a olsa da güzel anlamı,
Birinde ilk insan ilk peygamber ismi,
Diğerinde ise makamlar makamı hiçlik makamı,
Herkes bilmez orayı bilenler bilir ammaaa...
Ulaşmak vesilesiyle...

A.Ç.

13 Aralık 2015 Pazar

Ayak uyduramaz oldum Dünya'ya

Gülüyor, gülümsüyor,
İyi davranıyor, hoş geçiniyor,
Gerçek midir bu bakışlar gülümsemeler.

Herkes menfaatini düşünür olmuş,
Herkes kendince haklı,
Zora gelince yokum,
Kolayına gelene herkes varım diyor.

Sahtekar olmuş yapılan işler,
Adı para kazanmakmış,
İnsan kazanmak değil,
Ne zamandan beri ölmüş bu insanlık,

Yolumuz bozuk,
Yollarımız taşlı,
Engeller çok, yürüyemez oldum bu fani hayatta,
Bu sebeptendir ayak uyduramaz oldum Dünya'ya

Sorarım neydi bizim gayemiz,
Gönül kazanmak mıdır?
Yoksa para, pul, şan şühret kazanmak mıdır?
Eyy insanoğlu neydi Dünya'ya geliş gayen?

A.Ç.


6 Aralık 2015 Pazar

Aşk: Üç Nokta

Kimi zaman anlatırız anlatırız ama anlaşılamayız ya hani o zaman susarız sözün bittiği yerde susarız...  İşte bu üç nokta varya bu üç nokta o aslında dilin anlatamadığını sözün anlaşılası gelmediği zaman öyle şeyler anlatırkii gönlün ne isterse koyarsın oraya.

Bir bakış bir bakışa neleeer neleeerr anlatır. Bir bakış bir bakışı seneleeercee ağlatır. Bir bakış bazen üç nokta olur. Yanaktan süzülen üç damla yaş bazen üç nokta olur. Bazen bir beraat dilekçesi olur, bazen anlatamadığımız için kelimelerin takat getiremediği için susuverdiğimiz şeylerin anlatıcısı ve ta kendisi olur üç nokta...




       Serdar Tuncer - Aşk: Üç Nokta

2 Aralık 2015 Çarşamba

Aşk dediğin

“Aşk” denilen olgu her ne ise, işte ona inanabilmem için delirmiş olmam gerekebilirdi. Çünkü öyle bir şey varsa eğer, o şey giden bir şeyin geri dönmesini istemek değildi. Her şeyi yıkmak, geride kül bile bırakmamaktı… Çünkü sonuç, sadece Futbol maçları için önemliydi, bir düş için değil… Ama konumuz şimdi bu değil.
Bir gün, şu aşağı sahilde bir avare gibi dolaşıyordum. Yeni terk edilmiştim ve damarlarım yüksek oranda alkol ihtiva ediyordu… Kenan abiyle o gün tanıştık. Bir kayığın üzerindeydim. Ve Dünya’nın yuvarlak oluşuna içimden bir güzel küfrediyordum.
Onunla günlerce, göremediğimiz karşı kıyıya bakıp her iş çıkışı ikişer bira içtik. Anlatıyordu. Önce nasıl eşinin, sonra nasıl arkadaşlarının, sonra nasıl benliğinin birer birer yittiğini anlattı. Bir domino dizisi değilse ne bu?
Hayat dediğin budur. Yakından uzağa teorisi buradan ortaya çıkmıştır… Ve insan en çok kendine uzaktır… Bu böyledir…
Günler sonra, “Artık yeter!” dedi. Bir başka denizi izlemek istiyordu. Çünkü; Her şeyi yıkmak, geride kül bile bırakmamaktı aşk… Bir kadına da aşık olabilirdin, bir dostuna da, bir şehre de, bir denize de…
Bir şey kaybettiğinde önce bulmak istersin. Sonra vazgeçersin. Çünkü; zaman zaten her şeyi eskitir. Giden bir şey için zaten sorun daha azdır. Çünkü; onun için her şey yenidir.
“Döneceğim” demek, kanamalı bir hastaya ölmek için sabahı beklemesini söylemek gibi bir şeydir. Bir şekilde; karşındaki insan, kendisini yaşatacak herhangi bir şeye baştan ayağa bağlıdır; ve asıl son için, bir gecenin öte yarısından daha az süre vardır…
Sonra ben yine bir gün, bir kayığın üzerine oturdum. Kenan abi, Ayvalık’tan aradı. “Beklerim!” dedi.
Kavafis ne düşünür bilemem ama, bir gün buralardan gideceğim… Bir başka denizi izlemek için…
O gün yine; Dünya yuvarlaktı, perspektif denilen şey, uzaklaşan bir nesnenin küçülerek kaybolmasını sağlıyordu, terk edilmiştim ve her şey yeni başlıyordu…
Hayat: Yutmadan önce çiğneyiniz.

---Alıntıdır---

1 Aralık 2015 Salı

Zaman

Nedir bu akıp giden, ömür mu dersin, yaşanmışlıklar mı dersin, galiba biz buna zaman diyoruz...
Ama ne dersen de akıyor zaman durmuyor. Aktıkça da gidiyor ömür...

Zaman belki de bir algıdır ama gerçekte sabit akar, fakat bizim algımıza göre değişir nasıl mı üzüntülü anlar da öyle oluyor kiiii zaman sanki hiiç akmıyormuş gibi geliyor. Sevinçli anlarımızda ise sanki çok hızlı akıyormuş gibi geliyor. Buradan zaman -  zihin ilişkisini çıkaracağım yani bu zaman aslında birazda bizim beynimizin algısı mıdır? Aslında düşününce herşey bizim algıladığımız kadar var. Zamanda böyle bana göre... Ünlü felsefecilerde demiş ya "Düşünüyorum öyleyse varım" bir başkası ise " Düşünüyorum öyleyse varsınız" ikisi de temelde düşünme temelde algıyla alakalı değil mi sanki.

Zaman zaman dedik durduk değil mi. Zamanı felsefeciler üçe geçmiş, şimdi(an) ve gelecek diye ayırmış aslında biz bunu zaten günümüzde de çok kullanıyoruz ya. Belkide en  çok takıldığımız yerdir geçmiş ya da en çok düşündüğümüz gelecek... Neden şimdiyi düşünmeyiz anı değerlendirmeyiz bu da cevaplanması gereken soru bence. Ama bu sorunu  cevabı basittir aslında çocukken yani küçüklüğümüzde her insan gibi bende anı değerlendirirdim anı yaşardım. Büyüdükçe yaşantılar yaşanmışlar geçirdikçe, darbeler yedikçe ya da güzel şeyler yaşadıkça geçmiş geleceği engeller yönde tampon yapıyor neden mi gelecekte aynı şeyleri yaşamamak için ya da o mutlu şeyleri doğru zamanda yakalayabilmek için...